28 Eylül 2011 Çarşamba

PostHeaderIcon Eleştiri: Işık Üniversitesi Kurumsal Kimlik

Türkiye çok yakın geçmiş ve şu anlık süreçte, genç beyinlerini yeni hayatlarına, iş yaşantısına ramak kala, yani üniversitelere yetiştirmek için her yıl yenilenen bir sisteme hazırlanıyor. Bu süreç her geçen gün çok daha meşakkatli geçiyor. Tüm bu sistemi ve hazırlığı anlayamadan, kavrayamadan geçen sürede, lise çıkışlı milyonlarca genç tercih yapmak durumunda bırakılıyor.

Peki gerçekten neyi tercih ediyorlar?

Öğrenci av sezonu başladı. Evet, sistemin bir adı olsaydı, buna “av” denilirdi. Peki gerçek bir av için neler gereklidir? Öncelikle akıllıca hazırlanmış bir tuzak ya da yem. Yani; reklam! (burada tabi ki av köpeği benzetmesini yapmaktan kendimi alıkoyuyorum.)

Konumuz; reklamlar ve gözden kaçanlar ve IŞIK ÜNİVERSİTESİ.

Keyifli aydınlanmalar.

Türkiye de şöyle gerçekler var; “Avukat ol çocuğum.” “Doktor ol da, bize bakarsın evladım.” “Mühendis ol oğlum, hem işimizin başına da geçersin.” Ancak tüm bu yönlendirmelere rağmen güzel sanatlar fakültelerinin son yıllara oranla büyük bir artış ve öğrenci kapasitesinin arttığı da gözden kaçmıyor. Hedef şu: Geleceğin tasarımcı ve sanatçılarını doğru ve bilinçli yetiştirmek…

Trend nedir?  Öncelikle Türkçe değildir. Bunun yerine eğilim kelimesinin üstünde duralım.

Türkiye de ‘eğilim’; özellikle Grafik Tasarım ve Moda Tasarım üstünden gidiyor. Peki  X Güzel Sanatlar Fakülteleri öğrenci çekebilmek için doğru reklamları yapıyor mu? Mimar Sinan, Marmara, Kocaeli, Anadolu Üniversiteleri gibi devlet üniversiteleri köklü geçmişleriyle ayakta durabilirken, her gün bir yenisi eklenen ve çoğunlukla artık özel insan isimleriyle (sanırım İstanbul genelinde kullanılacak genel bir ad kalmadığından olacak) anılan vakıf üniversiteleri, fahiş fiyatları nereye yatıyor? Bu rağbeti nereden görüyorlar?

Liselere geri dönelim. (Açık söylemeliyim, milyon hatta trilyon kere değişen yeni ÖSS ya da Başka ABC. Kısaltmalı yeni giriş sınavlarını takip etmeyeli çok oldu.) Her sene kolaylaşacağına zorlaşan sistemler yüzünden (ha tabii ki kolay bir yolu var; o da şifre skandalı..) nereye başvuracağını bilmeyen, bölümleri tanımayan, zoraki ya da değil, askerlikten kaçan, evlilikten kaçan, puanların düşüklüğüne kanan, ve süper ultra paralı ailelerin çocukları gibi insanların popülasyonu vakıf üniversitelerini besleyen önemli unsurlardan.

Kolunuzda altın bir bileziğiniz olsun!

Yahu diploma bir köşede bulunsun diye alınır mı?

Ya da “bu devirde üniversite okumayan adama kız verilmez” zihniyetindeki aile sana sesleniyorum; ne yapacak kızınız/oğlunuz evlendiklerinde? Zekâ mı doğuracaklar boy boy?

Burada müthiş genç yetenekleri, kendini bilen, eleştiren ve sorgulayan, konumu ve hedefini belirleyebilen ve nerede ne şartlarda okursa okusun gerçekten aydın bir birey olmaya aday gençleri hedef almıyoruz. Onlar zaten piyasa da ya da öğrenim hayatlarında farklarıyla göze batacak ve diğerlerinden ayrılacaklardır.
Güzel Sanatlar Fakültelerinde sizi neler bekler?

Çoğunlukla MOBBING!

Yani; modern çağ eziyeti. (Özellikle) İş yerlerinde sıklıkla görülen bir kanunsuz baskı, kalabalıklık, duygusal taciz argümanı.

Tasarımcılar ve sanatçılar; eğitmen olmanın bilincindeyseler sorun yok. Ancak değillerse, büyük sorun var. Bir çoğunu bizzat yaşamış insanlar olarak yazıyorum; bir eğitmen kendi fikirlerini zoraki olarak dayatıyor ve yönlendiriyorsa; üniversite ‘kendini bilme, tanıma, geliştirme ve hayata atılma kurumu” olmaktan çıkıyor. Yine bu tasarımcıların yani aynı kurumda bulunan eğitmenlerin kendi aralarında sorunları ve egoları çakışmaya başladığında ise zavallı öğrenci kime, neye yöneleceğini bilmediğinden, ya da çok iyi bildiğinden eğitim sürecinde kendini geliştirebilmesi mümkün değil. Neden bir eğitimci, kendinin aynısı bir adam daha yetiştirmekten haz duyma kompleksinden arınamamıştır? Tecrübe kazandırmak yerine, neden karşısındakinin, özellikle yaş farkını öne sürerek, bambaşka bir insan olduğunun hala farkına varabilmiş değildir? Tabii ki, üniversite de “çimlere yatıyorsun, hayat çok güzel, istediğini giyebiliyorsun, güzel kızlar/erkekler var ortam şahane!” öngörüsü belli bir noktaya kadar doğru, ama vaat ettikleri özgürlükler, daha ders dönemi tamamlanmadan elden alınmış olunuyor.

Güzel sanatlar fakültelerinin yetenek ve özellikle “özgünlük” geliştirmektense azalttığını yalnızca piyasadaki işlere bakıldığında bile anlamak mümkün. Birbirinin aynı, çalıntı, hatta daha kötüsü; vasat işler… Üstelik bunları yapanlar, çoğunu kişisel olarak sözüm dışarı bırakabilirim, büyük ajanslar, büyük isimler…

Peki deyim yerindeyse hocanın suyuna gitmiş ve tam not almış bir öğrenci, o dersten kalmış (özellikle sanat / tasarım fikir ayrılıklarından dolayı) bir diğer öğrenciyle aynı kafa yapısına, aynı yeteneğe ve düşünce yapısına sahip olmadığı için cezalandırılmak zorunda mıdır?

Bir çok harika işler yapan insanlar, hocaların baskısı, egoları ya da engelleriyle karşılaştıklarını itiraf ediyorlar. Ancak yılmadan, vazgeçmeden çalışan bilinçli adamlar da şu an zaten olayın notlardan ve derslerden ibaret olmadığını kavramış durumda ve yoluna devam ediyor. Sırf üniversite okumak için sanat / tasarım bölüm tercih edenlere ise yine deyim yerindeyse; müstahak diyoruz. Hep birlikte tekrarlayalım; müstahak.

Mecburiyetten değil, sanata ve tasarıma olan kara sevdası içindeki istekten olan insanların bölümü olmalıdır güzel sanatlar fakülteleri. (Bu tamamıyla kara bir sevdadır çünkü Türkiye’de bu tarz işlere önem vermeyen büyük bir kesime karşı saplantılı, takıntılı bir uğraşla baş kaldırmak zorundayızdır.) Çünkü tek başına ufak bir fikir bile, kendi dünyamız için eleştirisel başkaldırı hakkı doğurabilir.

Merhaba favori ve sözünü geçirebildiği öğrencilerinin tüm ödevlerini beğenmiş, hep tam not vermiş, karşısında duranları elemiş, “hocanın dediğini yap, yaptığını da yap” eğitimcileri. Nasıl? Öğrencileriniz üniversite çıkışı iş bulamadılar değil mi? Üzülmeyin. Yalnızca bir kez daha düşünün.

Eğitimci olmanın bilinci hem ağır, hem de biraz.. (emek) ister.!

Otoritesizlikten bahsetmek mümkün değil. Disiplin sağlamak hala en geçerli bir uyum kuralıdır. Özellikle tasarımı ilgilendiren konularda tarafsız düşünme anlayışı, karşısındakinin en kötü fikrine dahi değer verme isteği, dinleme yeteneği, sıfır egoizm ve karşılıklı saygı gerektirir. Mobbing demiştim; asla karşı tarafı yıldırmak adına amaçlar güdülmemeli ve en doğrunun her zaman tarafınızdan sağlanamayacağı, daha doğrusu yeni fikir ve yönelimlere izin vermek adına; yeni girişimleri desteklemek en önemlisidir. Burada es geçilemez olan bir faktör yani tecrübe ise bu süreci yalnızca hızlandırır ya da yavaşlatır. Lütfen! Piyasa insanı yetiştirmeyin. Daha çok para vaat eden insanların kölesi olmaya aday insanları yönlendirmeyin. Düşünen, fikir yürüten ve söyleyebilen insanlar yetiştirin. Üniversitenin farkı budur, üniversitenin farkı öğretici olmasıdır. Pratiklikten öte temel alt yapısı sağlam insanlar yetiştirmek olmalıdır. Yemek yemekten önce, yemeğin nasıl yapıldığını öğretmek gibi olmalıdır. ‘Yürü!’ demekten önce, ayakların ne işe yaradığını keşfetmeyi öğretmek gibi olmalıdır!

Bu kadar uzun bir girişten sonra, neden güzel sanatlar fakültelerini konu olarak hedef almayı seçtiğime gelmeliydi sıra..

Aralarında geçmişi uzun yıllara dayanan üniversiteler dahi bulunsa da, bir çok özel üniversite bu artış sonucunda güzel sanatlar fakültelerini yeni kurmaktalar. Bu durum her ne kadar dışarıdan bakıldığında eğitim alnındaki direkt bir ticaret ilişkisi gibide görülse, eğitim olanaklarını demokratikleştirmek adına (yani güzel sanatlar fakültesi öğrencisi olabilme deneyimini daha geniş bir öğrenci kitlesine sunmak adına) doğru atılmış bir adımdır.

Marka mimarilerini geliştirmek isteyen, özel üniversiteler reklam ve tanıtım alanında yeni rekabetler oluşturmaktalar. İstanbul Aydın, Doğuş, Fatih gibi isimlerini pek sık duyamadığımız, Okan ve Arel Üniversitesi gibi, alışagelmiş billboard ve basılı reklam uygulamaları ile pazara sızabilen, Beykent, Haliç, İstanbul Ticaret Üniversiteleri gibi sessiz kalmayı tercih edenler, Yeditepe, Bahçeşehir gibi fiyatı ve dik duruşu ile bilinenler, Koç, Sabancı ve Bilgi gibi kendilerini kanıtlamış, güçlü kurumsallarıyla markalaşmış üniversitelerin yanı sıra reklamlarıyla son zamanlarda gerçek bir dikkat çekme potansiyeli sağlayan bir güzel sanatlar fakültesi; sesli, basılı ve video reklamları ile ciddi gelişmeler gösterip reklam alanında büyük bir başarı sağlayan Işık Üniversitesi...

FMV Işık Üniversitesi 2007 yılında açmış olduğu güzel statlar fakültesinden 2011 yılında ilk mezunlarını verdi. Başarılarının devamını isteyen bu yeni ancak hırslı fakülte son yılların en başarılı reklam kampanyası ile dikkatleri çekti.

Biliyorsunuz işte; hani bizde de ışık olduğunu iddia ediyorlar hani. Bir çok üniversitenin yapamadığını yaptılar, öncelikle gençlerin sevdiği yeni ve enerjik bir müzik grubuyla anlaştılar, üniversiteye ve sloganlara özel şarkı yaptırdılar, gözlerden ışık saçan renkli afişler, billboardlar, güzel giyimli insanlar (hedef kitlesini belirtmekte de etkili oldu tabi ki.) ve çok dikkat çeken, iyi uygulanmış bir stop motion klibi.. tamamıyla bir üniversite için eğlenceli bir reklam anlayışı. Başka üniversiteler de böyle işler göremedik, işin aslı. Kurumsal kimliği açısından iyi bir atılım, iyi bir mesaj, iyi empati!



Kurumsal ve kimlik demişken… İş bu yazının temel amacı şuydu. Biz kart sesimizle yükseklerden uçarken, FMV Işık Üniversitesi’nin kurumsallarına ilişti gözümüz. Maslak Kampüsü araç girişindeki tabelada bulunan, fakülte kapısı girişinde bulunan, güvenlik ve danışma arkasında bulunan, kartvizitlerindeki, kataloglardaki ve reklamlardaki logolarının hepsi farklılıklar gösteriyor. Nasıl yani?

Genel olarak her görselde ki amblem *type* ve benzeri her ögeye dikkat ederseniz, küçük ama bir kurumsal kavram için büyük farklılıkları ya da 'boşvermişlikleri' yakalayabilirsiniz!

Şu sıralar okulun dışında görülen yeni outdoor reklamlar


Reklamları ile bu kadar dikkat çeken bir fakülte nasıl olurda bu kadar dağınık bir kurumsal alt yapısı sergiler? Siz de ışık vardı da, neden göremediniz? Grafik Tasarım bölümünü içinde barındırıyorken, eğitimcilerinizin hiç mi dikkatini çekmedi bu farklılıklar. Zira değişken bir alt yapı nasıl kurumsallık çağrıştırabilir? Bu en basitinden logo ve amblemlere olan bağlılıkla yansıtılmaz mıydı? Peki bunu göremeyen eğitimciler, nasıl bir eğitim vermekten bahsedebiliyorlar? Uygulanamayan nedir bu kadar alınan parayla?

Üniversitesi çevresindeki bir başka logolu tabela


Hadi daha açık olalım, içinden ışık saçan bir öğrenciniz proje ödevinde bir espas hatası yapsa, logosunda bir eksiklik ya da değişkenlik olsa hemen fark etmiyor ve kızmıyor muydunuz?

Aralarında az mesafe bulunan ana giriş, otopark girişi ve reklam tabelaları. 


Yerin kulağı vardır; öğrencileriniz içlerindeki tasarım ‘kara sevdası’nı öldürdüğünüzü söylüyor. Bu tüm güzel sanatlar için geçerli aslında. Alternatif çıkış yolları sunmadığınızı yalnızca size uygun gelmeyen işi ‘olmamış’ diyip geçiştirdiğinizden bahsedenler var.  Hatta bazıları o kadar umutsuz ki, sizin onları bilhassa engellemek adına çeşitli takıntılarınız olduğunu, öğrencilerle aynı seviyeye inip onları kışkırttığınızı düşünenler bile var. Duyduk.
Büyük harfle yazılsın istendi; YAPMAYIN(büyük ünlem) NOTLAMA SİSTEMİYLE İNSANLARI DURDURAMAZ, KORKUTAMAZ ancak YORARSINIZ.


Işık Üniversitesinin başarılı reklamları ile dikkati üzerine çekmeden önce kurumsal alt yapılarını düzenlemeleri ve 2012 yılından erken bir vakitte marka mimarilerinin temellerini daha sağlam atmalarını ummaktan başka bir şey elden gelmiyor. 

Yeni düzenlemelere tepkiler.

Bir sonraki yazıda bir başka üniversitenin eksikliklerini bulmak için bilhassa uğraşacağız!

Bütün güzel sanatlar fakültesi eğitmeleri ise şunu fark etmeli: Çılgın çocuklar var! Siz anlamadığınız için anlatmayan, beğenmediğiniz için göstermeyen, kızdığınız için uyum sağlayan deli adamlar var. Fikirleri kuvvetli, istekleri güçlü... Fark edin. Sizden beklenen şudur: Duraksatmayın, ilerletin. Doğru düşünen, aklı doğru yönelen insanlara ihtiyaç var. Çeşitliliğin farkında varın. FARKLI bireyler kazandırın ki reklamın ve tüketimin çöplüğe dönüştüğü global dünyada, zenginlik ve çeşitlilik adına beynini doğru kullanan insanlar hakim olsun.



 Bu yazıyı okuyanlarla ortak cümleler arıyoruz. Burada ki ilk yazımızda amaç; eleştirisel bazı alt metinlerden ve direkt markalardan kaçınmadığımızın bir göstergesidir. Sorgulayın, sorgulatın, bize yazın, bize iş gönderin. Daha ileride herkesin ortak bir dil konuşması amacıyla ‘olmamış’larınızı korkusuzca sergilemeyi ve korkusuzca savunmayı hedefliyoruz. Bize ulaşın, anlatın, gösterin, CV ya da iş yollayın. Adınızı sanınızı saklamadan markanızı korkmadan sergileyin. Üretken insanlar olun. Av köpeklerine yem olmayın.






Yüksekten uçuyorum.
Teşekkürler
Ben Kötü Karga.


0 yorum:

Yorum Gönder

Blog Archive